top of page

Siyaseti, partilerin tekelinden kurtarmak!

Yazarın fotoğrafı: Gönen ORHANGönen ORHAN

Güncelleme tarihi: 7 Tem 2023

veya

Herkes için siyaset: KATILIM


14 ve 28 Mayıs seçimlerinden önce bu yazının başlığı, “veya” sözcüğünden önce ve sonraki cümleler, sonraki ve öncesi diziliminde idiler. Seçim sonuçlarının CHP ve HDP’de yarattığı deprem, TİP’in kendini izah etmeye çalışması, Sosyalist Güç Birliğinin varlığının yüzde 0.3’lerin altında kalması bu dizilimin sırasını değiştirerek “siyaseti partilerin tekelinden kurtarmak” vurgusunu öncelememize neden oldu. Seçim sonuçlarını parti liderlerinin maharet ve kerametlerine bağlayarak, her genel ve yerel seçim döneminde “lider” etrafında dönen bir seçim ve sandık trajedisinin seyircileri, evet yalnızca oy atan seyircileri oluyoruz. Temsili Demokrasinin mutlaklaştırdığı Genel Oy, sandık ve seçim, özellikle seçim kampanya dönemlerinde öylesine kutsallaştırılıyor ki her seçim yeniden hayat-memat meselesine indirgenerek “köprüden önceki son çıkış” denilerek mutlaklaştırılıyor, iktidarı değiştireceğimize inanıyor, lider kaybedince de yaşanılan travma yılgınlığı çağırıyor.

Atina Demokrasisinden 2 bin yıl sonra dünya siyaset sahnesine arz-ı endam eden Batı Demokrasisi, feodalizmi yıkarken, özgürlük anlayışını yöntem olarak genel ve eşit oy üzerine kurarak temsili demokrasinin temellerini atmıştı. Bu nedenle “seçim sistemi ve sandık” üzerinden çıkılan yol, temsili demokrasinin siyasal partiler aracılığı ile temsilcilere delege edilmesine ve yürütmenin mutlak surette böylece oluşması geleneğini de kendiliğinden getirdi. Böylece demokrasi söylemiyle halkın Genel Oy katılımı sağlanarak çıkılan yolda, delege edilen temsilcilerin yönetimi ile de siyasal yabancılaşmanın da temellerini atılmış oldu. Hatta seçilen yürütmeleri temsilen başbakan veya cumhurbaşkanı nezdinde de, “lider” güzellemesi ile kişiselleşmenin de önü açılmış olur.[1]


“Siyasal iktidar ‘kişiselleşmiş’tir. İktidar, çok kez tek bir kişice temsil edilir duruma gelmiştir. Gelişmeler liderleri büyültürken, yurttaşları daha edilgin kılmaktadır ve giderek kitleler için bir siyasetten uzaklaşma (depolitisation ) olayına yol açmaktadır.”[2]


Yalnızca bizim ülkemizi değil, Demokrasinin doğum yeri ve yayılım alan ve etkisindeki neredeyse bütün ülkeleri kastediyoruz. Temsili Demokrasinin en önemli araçlarından biri olan Genel Oy, toplumsal bir birleştirici veya uzlaşma olarak tarih sahnesine çıkmadan önce “genel”in birlik ve bütünlüğünün adımları olarak “Toplum Sözleşmesi” dillendirilmeye başlanır. Fransız Devrimi sonrası 10-15 yılda bir tarih sayfalarına geçen ayaklanmaların, kent meydanları işgallerinin yerini de dört-beş yılda bir yapılan seçimler aldı. Böylece Genel Oy, sistematik olarak seçim ve sandık ile sistemin yönetebilme örgüsünün içine girerek bir anlamda adına istikrar denilen toplumsal mutabakatı, Aydınlanma filozoflarının deyimi ile Toplumsal Sözleşmeyi sağlamış oluyordu. Anayasalar, parlamentolar, devlet ve belediye başkanları, belediye ve il genel meclisleri, anayasalar, yasama ve yürütmeler için Genel Oy periyodik olarak dört-beş yılda veya gerekli görüldüğü durumlarda demokrasinin sıradan bir uygulaması haline geldi.


Oy kullanıyoruz, seçiyoruz; anayasaları oyluyor, parlamentoları oluşturuyor, hükümetleri kuruyor, devlet başkanı ve belediye başkanlarını seçiyor ve bunu ya doğrudan siyasal partiler aracılığı ile veya onun adına hareket eden lider çevresinde yapıyoruz. Genel Oy, yasama ve yürütme aygıtlarını, belediye başkan ve meclis üyelerini belirlerken, bu faaliyetin yerine getirilmesini de oy kullanan seçmenin, seçtiği vekil-yöneticilere havale ediyordu. Yasama ve yürütme, temsilci olarak seçilenlere delege edilir hale geldi.


Temsili Demokrasi ve Siyasal Partiler

Temsili Demokrasinin delegasyonla kazandığı meşruluğun günümüzdeki en önemli dayanağı, en liberalinden en otokrat yönetimine kadar uygulamada siyasal partiler aracılığı ile işler hale geldi. Çağdaş siyasal sistemlerde gerek merkezi idareler gerekse yerel yönetim seçimlerinde yasama (veya meclis/ler) ve yönetim erklerinin belirlenmesinde önemli bir argüman olan Genel Oy’un kullanılmasında siyasal partiler siyasal katılım, karar alma sürecini etkileme ve siyasi iktidarı kullanmada vazgeçilmez bir role büründüler. Genel Oyun kullanımında referandum gibi daha az başvurulan yöntemleri dışarda bırakırsak Genel Oy ve siyasal partiler kutsal ikili algısında; seçim ve sandık da onların zorunlu ve meşru çocukları.


Seçim, Sandık, Adaylar, Oy ve Delegasyon

Öğrendik ki, demokratik ve siyasal hakkın oy olarak kullanılabilmesinin yolu, yasama ve yürütme erklerine aday olan partilere oy vermekten geçiyor. Ve dört-beş yılda bir kurulan sandıklarla, adına oy denilen tercihleri kullanıyoruz. Bu ise parti ve siyaseti neredeyse “iş” edinmiş olanların, yer aldıkları parti mekanizmaları ile “seçme“ zorunluluğunu, bir anlamda parti adına “hak” savunucularının tercih ve seçimine indirgeniyor. Bireysel hak ve özgürlüklerimizdeki kişisel tercihleri, toplumsal yaşam beklentilerimizin kullanımını temsilcilere devrederek delege ediyoruz. Seçtiğimiz delegasyon meclis oluyor, yürütme oluyor, başkan oluyor ve haklarımızın kullanımını, futbol maçındaki seyircinin oyuncunun oyununu izlemesi gibi seyrediyoruz. Arada bir bağırıp çağırıyor, öfkeleniyoruz ama oyunu izlemeye devam ediyoruz. Genel Oy ’un seçim platformunda kullanımı, toplumsal yaşamda iyiyi organize etme iddiasındaki kişilerin seçimine indirgenerek kalıcılaşıyor. Yani bütün bir ilçe veya ilin, metropol kentlerin, bölge veya ülkelerin meclis ve yürütmeleri, yönetim aygıtları Genel Oy hakkının seçim yöntemi ve siyasal parti aracılığı ile delege edilen bir avuç insan veya kişi eliyle yönetiliyor. Genel Oy ‘un bir avuç kişiye delege edilmesi, kurulu düzen açısından meşru sayılsa da hak kullanıcısı seçmenler açısından katılımı yansıtır mı? Devamla:


Seçimlerde Oy Kullanarak Seçmiş mi oluyoruz?

Seçimlerde siyasal partilere oy verirken kimleri seçiyoruz? Başka bir ifade ile seçtiklerimizi kim seçiyor? Bu soruyu siyasal parti farkı olmaksızın sorduğumuzda temel kuralın “seç beni seçeyim seni” yerleşikliğinin olduğunu görürüz. Eğer arada bir temayül veya önseçim gibi “demokratik” gösteri kurallarına başvurulsa da, bu gösterinin asal oyuncusunun da üyelere hükmeden “profesyonel siyasetçi” hegemonyasının olduğunu görürüz. Sonuçta ister siyasal parti üyelerinin kendi (-ymiş gibi) adaylarını önseçimle belirlediklerini veya daha da çok ve kanıksanan, parti üst yönetimlerinin gösterdiği temsilci adaylarını seçimlerde oyluyoruz. Yani toplumun büyük çoğunluğu seçmen olarak, ön seçim veya atama ile belirlenen parti temsilcilerinin bulunduğu listeleri, büyük çoğunluğunun adını bile bilmediği listeleri, renkli logolu parti listeleri olarak sandığa atıyor, ve demokrasinin temsilcileri seçim matematiği ile sandıktan çıkıyor.


Oy kullanıldı, seçim bitti, sandık açıldı, oyun bitti. Herkes evine!

Artık görev seçilenlerde, artık onlar bilir, onlar uygular, onlar yönetir.


Temsili Demokrasinin Genel Oy hakkı, siyasal partiler ve seçimler aracılığı ile gerek merkezi idarede gerekse yerel yönetimlerde en üstte seçilen veya delege edilen temsilcilerin olduğu, en altta ise yalnızca oy kullanan ve vergi veren vatandaşın olduğu bir yönetim piramidine dönüşmüştür.

Genel Oy hakkının kullanımında sağlanan eşitlik ve seçmenlerin geniş katılımı, oyların sayılıp yerelde belediye başkanı ve belediye meclis üyelerinin belirlenmesi, merkezi idarede yasama, yürütme, başbakan veya cumhurbaşkanının seçilmesinden sonra, seçim matematiğinin belirlediği siyasal parti erkleri ile delegasyon tamamlanır ve seçilmişler yönetimi seçen adına devir alır. Sandığa atılan oy ile başlayan yabancılaşma, ete kemiğe bürünerek kurulan yönetim ile yabancılaşma kurumsallaşır. Delege edilenlere verilen temsil yetkisi, artık parti ve kişi adına “yukarıdan” kullanılan bir yönetim yetki ve iradesidir. Seçim bitmiş, seçmen evine dönmüş, vatandaş olarak kişisel ve toplumsal beklentilerini televizyon ve cep telefonlarından izlemeye geçmiştir, ta ki bir daha ki seçimlere kadar.


Vatandaşa en yakın olan yerel yönetimlere yakından bakmak bu gerçekliğin en yakın fotoğrafıdır.


Temsili Demokrasi Katılımı Sağlayabildi mi?

Genel Oy ’un hakkını ve onun zorunlu çocukları seçim ve sandık hakkını yemeyelim. 250 yıllık bir mücadelenin kazanımı olarak Genel Oy, şüphesiz mülkiyet, cinsiyet ve ten renginden bağımsız olarak bütün toplumsal sınıf ve katmanların iradesini sergilemesi açısından son derece önemli. Lakin bu iradenin kullanılmaya başlamasından itibaren tek ve mutlak yol olarak kutsanması, katılımın diğer araçlarının göz ardı edilmesine hatta unutulmasına yol açarak, aktif yurttaşın pasif bir duruma itilmesini de beraberinde getirdi. Genel Oy ile kutsanan seçim ve sandık, diğer katılım biçimlerini yok sayarak, aktif yurttaşın kendini ifade edeceği Doğrudan Demokrasi araçlarını da ya görmezden geldi ya da marjinal saydı. Oysaki yalnızca Temsili Demokrasinin mutlak ve geçerli akçe sayılması, aktif yurttaşın hak arama yollarının kapalı veya az olması, seçim dışında iktidara katılım biçimlerinin olmaması, siyasetin meslek, siyasetçinin uzman veya siyaset profesyonelleri haline gelerek siyasete ve siyasetçiye ilgiyi azalttığı gibi, demokratik kurumlara da güveni azaltır hale geldi.


Oysaki siyaset, yalnızca dört- beş yılda gündeme getirildiğinde seçim için atılan oy olmanın ötesinde, yaşamımızın her günü hatta her anı için yaşamsal tercihlerimizin çalışma yaşamı, konut, ulaşım, sağlık, eğitim, sinema, tiyatro, seyahat, sosyal yaşam ve daha birçok sözcük için anlık düşünülmesi, saatlik izlenmesi, günlük kararlar alınması ve en önemlisi bütün bunların delege olmaksızın doğrudan kendimiz tarafından yapılmasıdır. Siyaset, aracı ve profesyonelleri olmaksızın herkes için herkes tarafından yapılabilir, tıpkı günlük yeme-içme faaliyeti gibi doğal ve sıradan bir yaşam refleksidir. Tıpkı Atina Demokrasisinde herkesin her sabah, Atina Mührünü alarak günlük Başkan olması gibi. BAŞKAN YOK, HERKES BAŞKAN. Tıpkı Paris Komününde, 1905 işçi ve asker Sovyetlerinde, 1919 Viyanası’nda katılımcı herkesin hiyerarşi olmaksızın fikrini söylemesi ve kararların müzakere ile alınması gibi.


Başlangıç olarak tarih sahnesine arz-ı endam ederek kutsanan Genel Oy, seçim ve sandık üçlemesi, kendi kutsallığını seçmenlere yabancılaşma sahnesi ile tragedyasının son planına gelmiş bulunuyor. Böyle gelerek öğrendiğimiz çaresizliği yeniden yaşamamak için siyaseti ve araçlarını yeniden tanımlama çalışması yalnız Türkiye’nin değil tüm temsili demokrasi uygulamalarının gündeminde.


Şimdi başa dönüp yeniden sorabiliriz: Siyaseti, siyasal partilerin tekelinden nasıl kurtarabiliriz?


veya herkes için siyaset: KATILIM mümkün mü?

Yaşadığımız kentler, yürüdüğümüz ve soluk aldığımız mahalle, kapandığımız evlerimiz yaşam alanı olmanın ötesinde yaşam tercihlerimizin alanları. Yaşam tercihlerimiz günlük beliren, izlenen, karar verilen, sonuçları itibari ile de üzülüp sevindiğimiz davranışlarımız. Bu davranışlar aynı zamanda bireyselliğimizi kolektif varoluş ve dayanışmaya taşıyan, kentte var olmanın getirdiği, kent hakkı talebi ve örgütlenmesidir. Siz buna siyaset yerine mahalle dayanışması, afet gönüllüleri ağı, kentsel dönüşüm örgütlenmesi, belediye bütçe katılımı, kent konseyi veya kooperatif örgütlenmesi de diyebilirsiniz. Adını siz koyun ama siyaset profesyonellerine başvurmadan. Belki de bunun ilk adımı, siyasal partilerde siyaset profesyonellerinin, delege ağalarının, üyeleri hegemonik etkileşimde tutan “siyasi kanaat önderleri ! “ nin patronaj ilişkilerine dur demek için “üyelik” kaydını, “örgütlenen” üyelikten doğrudan üyeliğe açmak. Ve her üyenin katılım biçimine göre kazanacağı etkileşimle siyasal parti içinde doğrudan demokrasi ile işe başlamak. Ne dersiniz?


Gönen Orhan

www.gonenorhan.com

[1] Gönen Orhan, Temsili Demokrasiden Doğrudan Demokrasiye KATILIMCI BÜTÇE ve Şişli Deneyimi [2] Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, Adam Yayınları, Kasım 2002, s 47

47 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YÖNETEMEME HALİ ve DEMOKRASİ BLOĞU

Demokrasilerde Kuvvetler Ayrılığı ilkesi gereği, seçimle gelen bir hükümetin, toplumsal yaşamın örgütlenmesinde sağlık, eğitim, maliye,...

Comments


bottom of page