top of page

Yeniden YEREL YÖNETİM REFORMU Üzerine

Yazarın fotoğrafı: Gönen ORHANGönen ORHAN

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2022


31 Mart ve 24 Haziran 2019 yerel seçimlerinden sonra Ankara’nın artan vesayeti, Merkez-Yerel Yönetim ilişkisinin yeniden sorgulanmasına, yerel yönetimlerin aşağıdan yukarıya örgütlenmesi ve yerinden yönetimlerin AB Yerel Yönetim Özerklik Şartları açısından yeniden tartışmamıza zemin hazırlamıştır. Şüphesiz ki 5393 ve 5216 sayılı yasaların 2005 yılından beri olan seyri, 2012 tarihli 6030 sayılı Bütünşehir yasası, 2010 ve 2017 Anayasa referandumları yerel yönetimler üzerindeki vesayeti pekiştiren adımlar olmuştur. Türkiye, 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa referandumu sonucunda % 51 ile, adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen melez bir sisteme geçti. Mühürsüz oy tartışması ve referandum sonuçlarının kıl payı olması yeni bir meşruluk tartışması yarattı. Gerek yeni sistemin Tek Adam’a dayalı merkezi-otoriter yapısı, yerel yönetimler üzerinde giderek artan vesayet sistemi, gerekse eski parlamenter sistemin tıkanıklıkları, halının altına süpürülen temsili ve doğrudan demokrasi sorunları bizleri bir kez daha demokratik yerinden yönetim tartışmalarına götürmektedir.

Yönetim sistemleri tartışılırken, kuvvetler ayrılığı veya birliği merkezli, denge-denetleme mekanizmaları tartışmaları ile yargının bağımsız, yürütmenin yasama ile olan ilişkisi belirleyici olmakta, bu ilişkinin biçimlenişine göre Parlamenter veya Başkanlık Sistemleri ekseninde tartışma sürmektedir. Bu iki kutuplu tartışmada, yerinden yönetimlerden güç alan, yerelin merkez karşısında özerkliğini gündeme getiren tartışmalar, ülkemizin de imzacısı olduğu AB Yerel Yönetim Özerklik Şartlarına rağmen “ üniter devlet” başlığı altında ayrılıkçı görünerek hep ötelenmiştir.

Yani kuvvetler birliğine dayalı hükümet sistemleri ve kuvvetler ayrılığına dayalı hükümet sistemleri dışında, yerinden yönetim esaslı bir üçüncü yol tartışmasını yeniden YEREL YÖNETİM REFORMU başlığı altında gündeme getirmenin gerekli olduğunu düşünüyoruz. 2002 de, yerel yönetimlere vurgu yaparak, AB Yerel Yönetim Şartlarının önemine vurgu yaparak hükümet olan AKP, 2019 da tek adama dayalı, monoterist, kendi meşrebine göre uydurulmuş bir yürütme biçimi ile diktatörlüğe savruldu. Mevcut sistemin, demokrasinin zerresinin kalmadığı yönetme biçimine karşı çıkarken, eskinin, Ankara merkezli işleyişini savunmak hatasına düşmemeliyiz.

Yalnız Türkiye’de değil, gerek doğu gerekse batıda kentleşmenin kırı yutması ile ortaya çıkan kent irisi mahalleler, ülke irisi kentlerde, merkezi yönetimlerin ister Başkanlık ister Parlamenter biçimlerle sürdürmeye çalıştığı yönetimler yetersiz kalmaktadır. Hatta tamamen bize özgü ve sivil bir irade olarak ortaya çıkan Muhtarlık ve İhtiyar Heyetleri bile seçenlerinin tanımakta zorlandıkları temsili yapılar görünümündedir. Yani en küçük birim olan mahallede de, yerel seçimleri gerçekleştirdiğimiz kentlerde de, merkezi yönetimlerin oluştuğu genel seçimlerde de nisb-i temsil ile delege edilen yapılar, seçimlerin bitmesinden itibaren seçmenin vatandaşa dönüşemediği, katılımın olmadığı, saydamlık ve denetimin istisnai görünümde olduğu, seçilen temsilcinin yönetmeye çalıştığı yapılar görünümündedir.

Sorun nerede? Öncelikle sormamız gereken ilk soru, neden, parlamenter veya başkanlık, her iki sistemin de meşruiyetini kazandığı sistemler, Belediye Başkan ve Meclislerinin nisb-i temsil ve seçimlerle delege edilen sistemleri elitist ve merkezi yapıları doğurmaktadır. Neden Belediye Başkanları, Mikro Devlet Başkancıklarına dönüşmektedir? Adına Demokrasi denilen işleyiş neden sık sık tıkanmaktadır?

İlk sorunun bizce gerçekci bir yanıtı var: KATILIM yalnızca vaatlerde var. Gerçekte yöneticiler tarafından istenmiyor. Yazılı olmayan kural: Seçimden seçime oy kullan, emlak ve tabela vergisi ver ve hak talep etme. Katılım, saydamlık ve denetimin olmadığı yerel yönetimler gerçeği varken, yalnızca anayasa ve yasalarda olması savunulan denge ve denetleme mekanizmaları cila görünümünün ötesine geçmemektedir. Tartışılmayan gerçeklik olarak, yalnız ülkemizde değil dünyada da merkezlerin ve belediyelerin yönetememe halleri artmaktadır. Sorunun kendisini tartışmadığımız sürece, seçimle gelen yönetimler demokrasicilik ve belediyecilik oynamaya devam edeceklerdir.

İkinci sorun, İlhan Tekeli hocamızın da işaret ettiği gibi “Kentler, artık tek tek binaların eklemlenmesiyle yağ lekesi halinde büyüyen kentler olmaktan çıkarak, yapı yapımı için büyük sermaye miktarlarının harekete geçirilmesinin olanaklı hale gelmesiyle, büyücek kent parçalarının, kentin çevresine sıçrayarak, var olan kente, büyük lekeler halinde eklenmesiyle büyüyen kentlere dönüşmeye başladı”. Son on beş yılda sermaye “ inşaat ve bina “ sözcükleri altında “proje” güzellemeleriyle kentlere saldırmaktadır. Son İmar Affı uygulamasında olduğu gibi Yerel Yönetimler çaresizliğin ötesinde, plansız uygulamaların tescil mekanizması görünümündedir. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Diyarbakır, Bursa benzeri kentlerimizin çeperlerinde yeni kentçikler oluşmaktadır. Kentlerin merkezine konulan pergel ile çizilen daireler her beş yılda bir eskimekte ve kentler yeni halkalar kazanarak büyümeye devam etmektedirler. Son on yılın kentsel dönüşüm başlığı altındaki furyaya, markalaşan inşaat sektörü baskısı ile kent planlamasına inat yağ damlacıkları eklenmeye devam ediyor. Yeni eklenen bu halkaların toplumsal, sosyal ve kültürel gereksinmelerini görmezden geliyoruz.

Yukarıda adı geçen kentlerimizin son 50 yılına baktığımızda göç dalgalarının egemen olduğu büyümenin kendisinin kurallarını yarattığını, seçilmiş yöneticilerin bu kendiliğindenci süreci yönetmeye çalıştıklarına tanıklık etmekteyiz. Merkeze ilave olan her yeni halka kendi realitesini yaratmakta ve eklektik kentsel gelişmeye imar afları ile sünger çekilmektedir. Bu nedenle de gerek yerel seçim kampanyaları gerekse sonrası uygulamalar hizmet kavramı etrafında dönmekte, önce oy almak sonra memnun etmek amaçlı yönetim anlayışı egemen olmaktadır. Hal böyle olunca da hep eleştirilen bürokrasi kalıcılaşmakta, hiyerarşi ve imzanın iktidarı egemen yönetim biçimi olmaktadır. Ve, 5393 sayılı yasadan bugüne AKP iktidarları marifeti ile, merkezi yönetimin yerel üzerindeki vesayeti artmakta, kırıntı olarak var olan yerel haklar sürekli budanmaktadır. 24 Haziran sonrası, AKP iktidarının, seçilen Başkanlarımızı etkisizleştirmeye yönelik hamleleri vesayet anlayışının son refleksleri olmuştur.

Vesayet Yetkisi merkezin denetim hamlesinin ötesinde, merkezi yönetime yerel yönetimlerin yetkilerini istediği gibi sınırlandırma veya kullandırmama gücü vermekte, keyfi işlemlerin yolunu açmakta, kendine yakın olan yönetimlere kaynak aktarmasına yol açmaktadır. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilen imar yetkileri, İçişleri Bakanlığınca yapılan Kayyum atamaları, Hazine tarafından dağıtılan kaynaklardaki keyfilikler Devletin merkezi ve parti devlet uygulamalarını pekiştirmektedir.

Elbette ki hizmet, belediye faaliyetlerinin önemli bir unsuru iken, bunun araç olmaktan çıkıp amaç durumuna gelmesine itiraz etmeliyiz. Kentsel gelişmişlik ve hizmetlerle birlikte yabancılaşma da artıyorsa, insani ölçek sorgulanıyor ve komşuluk kayboluyorsa kendimizi, sistemi ve araçlarını sorgulamalıyız. Kent Hakkı açısından, beslenme-barınma-üreme gibi temel gereksinmelerinin yanında sosyal ve kültürel varlık olan insanı merkeze alan bir sistem üzerinde konuşmalıyız. Bu ihtiyaç, en küçük birim olan mahallede de, belediye yönetimlerinin alanı kentlerde de ve bu ölçeklerle uyumlu ülkede de…

Yerel Yönetimlerin güçlendirilmesi değil, Yerel Yönetim esaslı, ülkedeki demokratik işleyişin tanımını yeniden yapacak, özerk yerinden yönetim anlayışını ve yerelin üzerinde yükselecek demokratik cumhuriyet tartışmasını, AB Yerel Yönetim Özerklik Şartlarını da göz önüne alarak yeniden gündeme getirmeliyiz. Vesayete hayır diyebilmek için yerinden yönetimin yetkilerini yeniden tanımlamalıyız. Kalkınma Ajansları kurulurken, bölge esaslı 22 Bölge tanımı yapılırken, yerel yönetimlerin bütüncül ve verimli uygulaması açısından bu tanımdan uzak durulmuştur. Örneğin İstanbul yeni ve bölgesel yönetim açısından , turizm, trafik, kültür, spor, sağlık açısından yerinden iradeyi hak etmektedir. Bu ay içinde yasa ile kurulan Turizm ve Tanıtım Ajansı için toplanacak katkı paylarından, bu sektöre alt yapı sağlayan belediyelerin yaralanmamasını açıklamak anlaşılır değil. İstanbul Müzelerini Belediye, Bakanlık ve Meclis olmak üzere üç kamu iradesi yönetmeye çalışmaktadır. Bilindiği üzere kamusal hizmetler nedeni ile TBMM tarafından vergi konulurken, daha yaygın ve doğrudan hizmet götüren belediyelerin vergi yetkisi bulunmamasını anlamak mümkün değil.

Vesayetin kalkmasını savunmak, 5393 uygulama pratiğinden de görüleceği gibi yalnızca yasal ve anayasal düzenlemelerle mümkün olamamakta. Katılım iradesinin mahalle ve sokağa inmesi, temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasinin başlangıcı olacaktır. Bunun için:

  1. Temsil özelliği bulunan muhtarların da içinde olduğu; Komşuluk Hukuku esaslı MAHALLE MECLİSLERİ,

  2. Her Mahalle Meclisinden kadın-erkek temsilcilerin olduğu MAHALLE MECLİSLERİ KONSEYİ,

  3. Kaynakların yerinde kullanımı açısından KATILIMCI BÜTÇE aşağıdan yukarıya demokratik işleyişin başlangıcı olacaktır.

Yönetim anlayışının değişmesinin yanında uygulamaya yönelik norm ve uygulamalarda da eskiyi sorgulayan değişikliklere ihtiyaç kaçınılmaz gözükmektedir. Ne zaman ki, seçimle gelen Belediye Başkan ve Meclis üyeleri, seçenleri tarafından aktif yurttaş iradesi ile doğrudan denetlenir ve geri çağırma mümkün hale gelirse, o zaman demokratik yerinden yönetimin mümkün ve kalıcı olacağına inanabiliriz.

5393 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra çıkarılan norm kadro yeniden gözden geçirilmelidir. Bu düzenlemeyİ yalnızca 657 sayılı devlet memurları yasası ve norm kadro açısından değil, Belediye- Sivil Toplum işbirliğini engelsiz, yaşayan günlük ilişki olarak yeniden tanımlamalıyız. Bir taraftan Hizmetler devam ederken proje işbirlikleri ve proje yönetimleri kolay ve kalıcı olmalıdır. Gerek Halkla İlişkiler, gerek Sosyal Politikalar açısından gerekse ekonomik, sağlık, spor ve kültürel proje ve hizmetleri ortak bir standart ve uygulamaya taşıyabilmeliyiz.

Ez cümle, yerel iktidar hem mahalle düzeyinde hem de kent düzeyinde iktidarın paylaşıldığı, diğer anlamıyla merkezi iktidarın yerele indiği düzenlemelere muhtaç. 31 Mart ve 24 Haziran sonrası Demokrasi İttifakı şimdi “Yeniden YEREL YÖNETİM REFORMU” diyerek Cumhuriyetin 100. Yılına Demokratik Cumhuriyeti hazırlamalıdır.

Gönen Orhan

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page